Şırnak Üniversitesi Mühendislik Fakültesi İnşaat Mühendisliği Bölümü Dr. Öğr. Üyesi İbrahim Behram Uğur, Adıyaman, Bitlis ve Hakkari arasında bulunan yerleşim yerlerinin deprem bölgesinde olduğunu belirtti. Uğur, Şırnak’ın diri fay hattı üzerinde olduğuna dikkat çekti.
6 Şubat’ta meydana gelen ve 11 ili etkilen depremin ardından, Türkiye’de diri fay hattı haritası güncellendi. Daha önce Şırnak’tan geçen ve aktif olmayan 2 farklı fay hattının olduğu, 2012 yılında Şırnak’ta meydana gelen 2 deprem ile birlikte bu fay hatlarının aktif hale geldiği ve güncel diri fay hattı haritasının yeninden çizildiğini belirtti.
Uğur, “Türkiye zaten bir deprem bölgesi. Bölgemizde de aktif faylar mevcut. Doğu Anadolu fayı dediğimiz, Türkiye’nin en önemli iki fay hattından bir tanesi. Bunun dışında Güney Doğu Anadolu bindirme fayı dediğimiz bir fay hattı var. Buda Bitlis ile Zagros bindirme kuşağı olarak geçiyor. Bu noktada Bitlis ile Adıyaman ve Hakkari arasındaki bütün bölgelerde bu fay hattına dahil oluyor. Bunun dışında bizim Şırnak ilini ilgilendiren bir başka fay hattı da, Cizre fay hattı. Buda 2012 yılı öncesinde aktif olmayan bir fay olarak değerlendirilirken, 2012’de yaşanan Silopi ve Uludere depremlerinden sonra bu fay hattı da 2013’teki aktif fay haritasında güncellendi. Artık diri yani aktif fay hattı olarak değerlendiriliyor. Dolayısıyla Şırnak fay hatlarına yakın bir lokasyonda bulunduğu için deprem tehlikesi mevcut olduğu bir bölgede.
Cizre fay hattı, büyük çoğunluğu ülkenin sınırları dışında bulunan bir fay hattı. Birbirlerine paralel iki fay hattından oluşuyor. Çoğu Irak bölgesinde. Yapılacak çalışmalarda buna benzer özelikte fayların olacağına dair durumlar söz konusu olduğu ileri sürülmekte. Bunun dışında Şırnak’ta ki yakın tarihte yaşanan depremlerden bahsedecek olursak, 2012 Haziran ayında Silopi’de yaşanan 5.5 büyüklüğünde bir deprem. Daha sonrasında aynı yıl içerisinde Ağustos ayında Uludere merkezli 5.3 büyüklüğünde bir deprem yaşandı. Bu depremlerde herhangi bir can kaybı yaşanmadı. Sadece Silopi bölgesinde yığma yapılarda, dolgu duvarlarda çatlaklar tespit edildi. Zeminle yapı arasında bazı ayrışmalar da söz konusu. Bir de Şırnak merkezde Külliye Camii dediğimiz caminin minarelerinde yapısal hasarlar söz konusu oldu” dedi
Bina yapımında C30 olarak sınıflandırılan beton ve inşaat demirinin kaliteli olması gerektiğini, bina rejitilerinin arttırılması için mutlaka perde beton kullanılması gerektiğini belirten Uğur şöyle devam etti, “Bizim önceliğimiz yeterli dayanımda malzeme kullanılması. Ne demek bu? Örneğin bir beton numunenin, kullanacağımız beton malzemenin yapının taşıyıcı sistemlerin deki uygun mukavemete sahip olması gerekmekte. Örneğin C30 olarak sınıflandırıyoruz. Bu ne demek? Beton numunesinin 30 megapaskallık bir basınç etkisine dayanabilmesi. Bunun dışında kullanılan halk arasında inşaat demiri olarak bilinen donatılarında belirli standartlarda, standartlara uygun bir şekilde olması gerekmekte. Yeterli dayanımdan sonra, yeterli rijitlik dediğimiz bir kavram var. Yeterli rijiklikte kaba tabirle yapının deprem ya da yanal kuvvetler etkisinde yer değiştirme yapmaya gösterdiği direnç olarak algılanıyor. Bu aşamada bizim yapının rejitini arttırmamız için betonarme perde kullanımına gitmemiz gerekiyor. Nedir betonarme perde? Düşey taşıyıcı, kolonun büyük ölçülü, büyük ebatta olduğu, yani kaba tabir ile büyük ölçülü kolon diyebiliriz. Bunların kullanılan yapının deformasyonlara karşı dayanımı direncini arttırıyor. Dolayısı ile deprem esnası salınımda yer değiştirmesini de sınırlıyor. Bir başka konuda süneklik. Süneklikte yapı elemanlarını nasıl ki bir lastiği tutup çektiğimiz zaman kopmadan belirli bir miktar uzayabiliyorsa bizim bazı elemanlarımız da bu şekilde esneme yapmasını istiyoruz. Büyük deprem kuvvetleri altında. Buda ani göçmeleri engelliyor. Dolayısı ile can güvenliğinin sağlanmasına yarayan bir husus” dedi.
İçişleri bakanlığı tarafından 6 Şubat’ta meydana gelen depremin ardından görevlendirilerek, deprem bölgesindeki yapıları incelediklerini belirten Uğur, “6 Şubat depremlerinden hemen sonra, Mart ayında İçişleri Bakanlığının görevlendirmesi ile natamam binaların devam edip etmeyeceğine karar vermek için, raporlar oluşturmak üzere görevlendirildik. Orada sadece natamam binalar değil, bütün bina stoğunu inceleme fırsatımız oldu. İlk gittiğimizde gördüğümüz manzara içler acısıydı. Yapı stoğunun büyük çoğunluğu eski binalar oluşturmaktaydı. Bu eski binaların da herhangi bir mühendislik hizmeti almadığı kanaatini getirdik. Çünkü kullanılan malzemeler, yapılan uygulamaların gerçekten deprem yönetmeliklerine hiçbir şekilde uyumlu olmadığını tespit ettik. Yeni yapılan binalarda, kontrolünü sağladığımız binaların çoğunluğunda fazlaca bir kusur olmadığını tespit ettik. Buda şu anlama geliyor. 2018 deprem yönetmeliğine uygun bir şekilde yapılan binaların diğerlerine nazaran daha güvenli olduğunu söylemek mümkün. Tabii bunların arasında da ciddi kusurlu olan binalarda vardı. Bunlarda da tespit ettiğimiz birkaç nokta var. Özellikle en çok bizim tespit durum, yumuşak kat düzensizliği dediğimiz olay. Nedir bu yumuşak kat? Zemin kat kolonlarının kat seviyesinin diğer üst katların seviyesinden daha yüksek olması. Dolayısı ile deprem anında buradaki salınım daha fazla olduğu için göreli kat ötelemesi dediğimiz olayın fazla olmasından kaynaklı yapının stabilitesinde bozulmalar meydana geliyor. Bu durumda da ağır hasarlar ve yıkımlarda söz konusu olabiliyor. Bir başka hususta çokça tespit ettiğimiz bir durum, çekiçleme etkisiydi. Çekiçleme etkisi ne demek? Bitişik nizamdaki iki binanın arasında yeterli boşluk bırakılmamasından kaynaklı ve kat seviyelerin aynı hizada olmadığından deprem esnasında farklı iki salınım yapması söz konusu oluyor. Bu aşama da kolonlara denk gelen kat seviyesindeki yapı kolonlara bir darbe etkisi yaratıyor. Çekiç etkisi yaratıyor. Her ne kadar bina güvenilir olarak dizayn edilmiş ise de bu darbelerden dolayı oradaki kolonlarda ciddi yıkılmalar meydana gelebiliyor” dedi.
Şırnak Üniversitesi’nde 3 boyutlu bilgisayar ile binalardan alınan numuneler ile, yapıların depreme dayanıklı olup olmadığını tespit edebildiklerini belirten Uğur, “Deprem konusunda mevcut binaların performans değerlendirmesi dediğimiz bir olay var. Bu noktada iki farklı kanun işliyor. Riskli bina tespiti dediğimiz ve kentsel dönüşüm kanunu kapsamında yapılan analizler. Bir de deprem yönetmeliği kapsamında 15’inci bölüm kurallarına göre yapılan analizler mevcut. Riskli yapı tespitinde yapıya yıkım kararı alınıyor ya da kullanılabilir şeklinde bir rapor veriliyor. Ama performans analizinde ise yapının güçlendirme gerekiyorsa güçlendirme yapılması, hangi performans düzeyini sağladığı şeklinde çıktılar elde ediliyor. Yapının projeleri mevcut ise sıkıntı yok. Mevcut değilse bunların rölyevyesi çıkartılıyor. Yani yapının projelendirilmesi yapılıyor. Daha sonrasında binalardan yani her kattan yönetmelikte bahsedildiği şekilde uygun kurallara göre numuneler alınıyor. Bunları buradaki cihaz yardımı ile basınç testi yapılıyor. Yani biz aslında betonun kalitesini ölçüyoruz. Mevcut binada betonun kalitesi ne durumda diye? Daha sonra donatı tespit cihazları ile bu donatı tespitini yapıyoruz. Yığma işlemlerinde donatı koşullarını çıkarıyoruz. Daha sonra elde ettiğimiz bütün bu verileri bilgisayar modeline uyguluyoruz. 3 boyutlu bilgisayar modelinde bir simülasyon yapıyoruz. Mevcut deprem etkilerini, deprem ivmelerinin yarattığı deprem kuvvetlerine etki ederek, sonuç itibari ile bu yapının deprem performansının hedeflenen düzeyde olup olmadığını tespit ediyoruz. Bir sonraki aşama, eğer gerekli durumda güçlendirme projesi hazırlanıyor. Buda hangi elamanı ne ölçüde sıkıntılı olduğu, problemli olduğunu tespit edildikten sonra güçlendirme projeleri yapılıyor” ifadelerini kullandı.