Son depremler bize sağlam yapılar ile birlikte yaşamamız gerektiğini somut ama acı bir tecrübe ile gösterdi. Doğal afetlerin sonunun olmadığı ve bundan sonra dünya var oldukça her an yaşanabilir doğal bir gerçeklik olduğunu idrak edilmesi gerektiğini bilmemiz gerekiyor.. Böyle olunca doğal gerçeğe uygun kent ve imar yapılanması kaçınılmaz hale geliyor. Aksi bir yaşam, başta can kaybı olmak üzere uzun süre emek verilerek kazanılmış birikimlerin bir anda kaybedilmesi anlamı taşıyacaktır.
Deprem denince en başta akla gelen sağlam yapılaşma yanında özellikle artan şehir nüfusları ile oluşan çok katlı binaların katlarının kısılması çözümü oldukça kritik bir düşünceyi ifade etmektedir. Birçok Avrupa ülkesi ve özellikle ABD’de görülen müstakil evlerden oluşan şehir imar planları depremden dahi önce görünüm itibari İle de olsa insanın içini ısıtıyor. Tek veya maksimum iki kattan oluşan bu evler apartman yaşamının sıkıcı, boğucu ve sosyal ilişkileri bitiren yapısal durumuna tezat bir modeli temsil ediyor. Toprağa daha yakın bir özellik taşıyan bu evler ev halkının doğa ile iç içe yaşamına da katkı sunuyor. Ağaç, yeşillik, su ve temiz havanın inanılmaz zevkini yaşatan yatay mimari insanın doğal yaşam unsurlarını kendinden mahrum etmesini dışlayan önemli bir model. Yatay mimari aynı zamanda şehir silüetlerinin en doğal şekli ile korunmasına ve görünümüne de katkı sağlayan mimari estetik.
Tarımsal alanların ziyan olmaması için bir önlem şeklinde düşünülen dikey yapılanma büyük bir yanılgının sembolünü temsil ediyor. Yeryüzündeki tarımsal alanların rasyonel kullanım kriterlerine uygun planlanması halinde hem yatay mimariye yaşam alanları potansiyeli yaratılacağı gibi hem de insana yeten tarımsal alanların korunacağına dair örnekler yukarıda yatay mimarinin yoğun yaşandığı Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri birer örnek. Yeter ki uzun vadeli şehir imar planları yapılarak ve bu planlar sürdürülebilir bir ısrarla taviz vermeksizin uygulanması kararlılığı gösterilsin. Olay bu kadar basit.
Yatay mimari ile toplumsal huzur ve güvenlik yeterliliklerinin üst düzeye gelmesi çabası daha kolay hale gelmektedir. Bu durum aynı zamanda şehir yönetimlerinin elini güçlendirdiğini söylemeye dahi gerek yok. Sosyal iletişimin zayıfladığı kent yaşamlarına başta intihar olmak üzere aile faciaları, alkol, uyuşturucu ve , çeşitli sosyo psikolojik rahatsızlıklarda artış gözlenebilir olmaktadır. Kopan toplumsal ilişkiler, unutulan sosyal değerler, biten akrabalık değerleri kentsel yaşamın getirdiği yabancılaşma ile üst perdeye varmaktadır. Elbette tüm bu sorunlara yatay veya müstakil ev modelleri net bir çözüm getirmeyecektir. Ancak dikey kentleşme modellerinde bu tür sorunlar varlığını daha fazla hissettirmektedir.
Yaşanabilir kentler için şehir imar planlarının yerel yönetimlerce taviz verilmeksizin uygulanmasının yanı sıra, kent sakinlerinin de bu anlayışa eşgüdümlü bir tutum sergilemesi gerektiğini bilmem söylemeye gerek var mı? Daha duyarlı, kent mimarisine zarar vermeyen, kamusal alanı oluşturan yerleşimleri ihlal etmeyen anlayışı herşeyden önce kent halkının yapı inşaatı sürecinde hassasiyetle yaklaşması elzem bir süreci oluşturmaktadır.
Daha yaşanabilir, doğa ile iç içe ve toprağa daha yakın mimari anlayış ancak yukarıda yazdığımız gerekçeler ile yani yatay mimari modeliyle anlam bulacaktır. Deprem felaketi ve hızla yer altı sularının bilinçsizce çekilerek kuruttuğu şehir zeminleri bizleri bekleyen önemli tehlike faktörleri. Doğa, çevre ve imar duyarlılığının en çok ve daha çok yerine getirilmesi gereken bir görev olduğu dönemi yaşıyoruz. Bu yüzden ya kaosun hakim olduğu yüksek katlı şehir yaşamları yada doğa ile iç içe yaşanan müstakil evler bizler için önümüzdeki yılların tercihi olacak.